Ülkemizde 5 Şubat 1932 tarihine kadar hutbeler Arapça okunduğu için camii cemaati hatta imam bile Hutbe’de ne okunduğunu anlamıyor, dolayısıyla hutbenin amaçları arasında yer alan “Nasihat” ve “Öğüt” işlevini yerine getiremiyordu. Hutbenin Arapça okunmasının doğru olmadığı pek çok düşünce adamı tarafından ifade edilmeye başlanmıştı.
Dinde
Türkçeleşme düşüncesinin en ateşli savunucularından olan Ali Suavi, hutbenin
mutlaka Türkçe okunması gerektiğini savunmuştur. Bu konuyu 1870’te Ulum
Gazetesi’nde yazdığı “Zamane Hutbesi” başlıklı makalesinde etraflıca
işlemiştir.
Muallim
Naci ise, Medrese Hatıraları isimli kitabında hutbelerin sonunda okunan Nahl
Suresi’nin 90. Ayeti’ni aktararak: “Şu makaleyi yazmakla her Cuma günü hutbe
dinleyip hatibin en sonra ne dediğini olsun anlamak arzusunda bulunan ihvan-ı
dine küçük bir hizmet arz etmiş olmayı” hedeflediğini belirtmişti.
Ziya
Gökalp ve Yusuf Akçura gibi Türkçüler de hutbenin Türkçe okunmasının bir
zorunluluk olduğuna inanıyorlar ve bunu her ortamda ifade ediyorlardı.
Türkiye
dışındaki Türk Dünyasında da bu eğilim güçlenmişti. Mesela “Taşkent
Cedidlerinin Atası” olarak bilinen Münevver Kari, 1900’lü yılların başında
Türkçe hutbe okuduğu gerekçesiyle Türkistan’ın gelenekçi uleması tarafından
tekfir edilip görevinden uzaklaştırılır.
Ayrıca Omsklu Niyazi Mehmet Süleymanof
kendi okuduğu hutbelerden oluşan “Türkî Hutbeler” adlı kitabını Orenburg’daki
Vakit Matbaası’nda 1910’da iki cilt hâlinde bastırmıştı. Rusya Müslümanları
arasında bu hutbeler büyük yankı uyandırmıştı.
Türkiye’de
ilk Türkçe Hutbe denemesi 1911 yılında Bursa’da Hüdâvendigâr Camii’nde gerçekleşmiş, hatip önce hutbeyi Arapça olarak aktarmış, daha sonra
öğüt-nasihat kısımlarını Türkçe olarak cemaate anlatmıştı. Bu olay, hutbeyi
veren hatip tarafından kaleme alınarak Sırat-ı Müstakim Mecmuası’nda
yayınlanmıştı.
Bu
konudaki bir başka bilgi de Hasan Basri Çantay tarafından çıkarılan “Karasi Gazetesi”nin 10 Eylül 1916 tarihli
nüshasında “Güzel bir hutbe” başlıklı haberde yer almaktadır. Haberde: “……geçen
Cuma, (Balıkesir) İbrahim Bey Cami-i Şerifinde Hafız İsmail Efendi Arapça
hutbeyi müteakib olarak, hem de gayet selis ve açık bir lisan ile vaz u
nasihatte bulunmuş” denilerek Türkçe nasihat kısımlarının kabul görüp
yayılmasında büyük faydalar olacağı ifade edilmiştir.
Mustafa
Kemal, TBMM’de 1 Mart 1922’deki açılış oturumunda yaptığı konuşmada hutbe
mevzuunu gündeme getirmiştir. Konuşmasında camileri, minberleri halkın ruhanî,
ahlâkî gıdalarının menbaası olarak nitelemiş ve hutbelerin halkı
bilgilendirebilmesi için içeriklerinin aydınlatıcı, dilinin anlaşılır olmasının
Şerriye Vekâleti tarafından sağlanması gerektiğine işaret etmiştir
Mustafa
Kemal 7 Şubat 1923’te Balıkesir Paşa Camiinde halka hitabında hutbelerden
bahsetmiştir. Halkın sorduğu soruları cevaplandırdığı sırada hutbeler
hakkındaki bir suale şu cevabı vermiştir: “Hutbeler
hakkında iradedilen sualden anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı,
milletimizin hissiyatı fikrîyesi ve lisanile ve ihtiyacatı medeniye ile
mütenasip görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nâsa hitabetmek, yani söz
söylemek demektir.Hutbenin mânası budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım
mefhum ve mânalar istihraç edilmemelidir. Hutbeyi irat eden hatiptir. Yani söz
söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi
kendisi irat ederlerdi. Gerek peygamber efendimiz ve gerek Hulefayı Raşidin
hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek peygamberin, gerek Hulefayı
Raşidinin söylediği şeyler o günün meseleleridir, o günün askerî, idarî, malî
ve siyasî, içtimaî hususatıdır……. Geçen sene Millet Meclisinde irat ettiğim bir
nutukta demiştim ki “minberler halkın dimağları, vicdanları için bir menbaı
feyiz, bir menbai nur olmuştur”. Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek
sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayiki fenniye ve ilmiyeye mutabık
olması lâzımdır. Hutebayı kiramın ahvali siyasiye, ahvali içtimaiye ve
medeniyeyi her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka
yanlış telkinat verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve icabatı
zamana muvafık olmalıdır. Ve olacaktır.”
Türkçe
Hutbe konusu 22 Şubat 1925 günü TBMM’de etraflıca ele alınmıştır. TBMM’deki
görüşmeler neticesinde hutbelerin standart olmasına ve Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından kurulacak bir heyet vasıtasıyla bir Türkçe hutbe kitabı
hazırlatılmasına karar verilmiştir.
1927
Şubat’ında 51 adet hutbenin yer aldığı Türkçe hutbe kitabı yayımlanmıştır.
“Türkçe Hutbe” başlıklı kitap, bir heyetin yardımı olmakla birlikte Ahmet Hamdi
Akseki tarafından kaleme alınmıştır. Ayrıca kitaba Diyanet İşleri Reisi Rıfat
Börekçi tarafından bir mukaddime yazılmıştır.
1927
yılında Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi’nin imzasıyla yürürlüğe giren talimatta
Hutbelerin ayet ve hadis metinleri dışında kalan bölümlerinin Türkçe okunması
istenmişti. Ama bu konuda uzun süre bir ilerleme kaydedilmemiştir. Ta ki 5 Şubat 1932 tarihine kadar. 5 Şubat
1932 günü İstanbul Süleymaniye Camii’nde Metnini bizzat Atatürk’ün kaleme
aldığı Türkçe Hutbe Sadettin Kaynak tarafından okunmuştu.
6
Ocak 1932 tarihli Akşam Gazetesi’nde olay şöyle anlatılmaktadır: “Dün
Süleymaniye Camii’nde ilk defa olarak tamamıyla Türkçe hutbe okunmuştur.
Süleymaniye Camii Türkçe hutbe dinlemek isteyen binlerce kişi ile dolmuştu.
Kalabalıktan camiye girmeğe muvaffak olamayanlar karın altında dışarıda
bekleşiyorlardı. On bin kişi kadar alacağı tahmin edilen Süleymaniye Camii’nde
dün en aşağı 20 bin kişi vardı, beş bin kişi kadar da dışarıda bekliyordu. İç
ve dış ezanlar okunduktan sonra Hafız Sadeddin Bey (Sadettin Kaynak) minbere
çıkmış ve: “Ey cemaat! Başlangıcı ile hutbesini okumuştur. Hafız Sadeddin Bey
hutbe arasında geçen bütün duaları da gene Türkçe olarak okumuştur. Hutbe
esnasında ve hutbe bittikten sonra güzel sesli birçok hafızlar tekbirler
getirmişlerdir.”
Yukarıda
belirtildiği gibi, 5 Şubat 1932 tarihli hutbe tabii ki ilk Türkçe hutbe
değildir. Ama Türkçe Hutbenin yaygınlaşması, süreklileşmesi ve Diyanet
tarafından ülkenin her yerine yayılması açısından bir milattır. Bir dönüm
noktasıdır… Bu nedenle ilk Türkçe Hutbenin okunduğu tarih olarak kabul edilir.
5 Şubat’ta Meydana Gelen Olaylar
1877
- Mithat Paşa, sadrazamlıktan azledildi.
1889
– Asker ve siyaset adamı eski başbakan Recep Peker doğdu.
1907
– Ressam Eren Eyüboğlu doğdu
1917
– Romancı Kerime Nadir doğdu
1919-
Gazetelere konan sansür ağırlaştırıldı. Çıkarılan yönetmeliğe göre, sıkıyönetim
olan yerlerde her türlü gazete ve kitap yayımı, askeri veya mülki sansür
kurulunun izni olmadıkça kesinlikle yasak.
1919
- Ermeni tehcir olayı sanıkları için kurulan özel divanıharpler İstanbul' da yargılamalara
başladı. İlk yargılananlar, Boğazlıyan eski Kaymakamı Kemal Bey, Ankara
Jandarma eski Kumandanı Tevfik Bey ve Yozgat eski Evkaf Memuru Feyyaz Efendi.
1920-
Mustafa Kemal kolordulara ve güvendiği bazı kişilere gönderdiği gizli bir
genelge ile genel siyasi durumun tahlilini yaptı ve onların görüşünü sordu.
Mustafa Kemal, Türkiye'nin İtilaf Devletleri tarafından güçlü bir çember içine
alındığını belirterek Sovyetlerin başarılarının barışı çabuklaştırabileceği
görüşünü ileri sürdü. Sovyetlerle birlik olunarak İtilaf Devletleri'nin Türkiye
ile Sovyetler arasına diktiği Kafkas Cumhuriyetlerinin yıkılmasını önerdi
1921-
Meclis'in gizli oturumunda Londra'ya delege gönderilip gönderilmeyeceği
tartışıldı. Mustafa Kemal, gidecek kurulun Sevr Anlaşması'nı reddedeceğini,
Büyük Millet Meclisi'nin yurdun bir karış toprağı kalsa bile onun üzerinde
bağımsızlık davasını devam ettireceğini söyledi. Yapılan oylama sonucunda 26
red, 2 çekimser oya karşı ı o ı oyla delege gönderilmesi kabul edildi.
1921-
Tevfik Paşa, Mustafa Kemal'e çektiği telgrafta, Yunanlılar tarafından yayılan,
Papa'nın bütün dünya parlamentolarına Türkiye'deki Hıristiyanların katledildiği
yolundaki başvurusunda yer alan söylentilerin acele yalanlanmasını rica ve
tavsiye etti
1921-
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Antep Kuvayı Milliye Komutanı Ôzdemir Bey ve
arkadaşlarına gönderdiği telgrafta, İkinci Kolordu Komutanı Selahattin Adil
Bey'i suçlamaktan vazgeçmelerini istedi.
1924
- Nezihe Muhittin'in Başkanlığında Türk Kadınlar Birliği kuruldu.
1932
- İlk Türk tangosu olan Mazi Kalbimde Bir Yaradır, Seyyan Hanım tarafından ilk
kez yorumlandı.
1932
- İlk Türkçe hutbe, Süleymaniye Camii'nde okundu.
1937
- Anayasa'nın 2. maddesinde yapılan değişiklikle, altı ilke Anayasa metnine
girdi: Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve
İnkılapçıdır. Resmi dili Türkçedir. Makarı Ankara şehridir.
1939
- Uludağ'da ilk kez kayak yarışmaları yapıldı.
1951
– İlahiyatçı, akademisyen, gazeteci, yazar ve siyasetçi Yaşar Nuri Öztürk
doğdu.
1956
- Meriç ve Tunca nehirleri dondu; Yeşilköy ve Mecidiyeköy'e kurtlar indi ve
İstanbul halkı ekmeksiz kaldı.
1959
- Birleşik Krallık, Türkiye ve Yunanistan arasındaki "Kıbrıs" konulu
görüşmeler Zürih'te başladı.
1975
- ABD Kongresi'nin 11 Aralık 1974'te aldığı, Türkiye'ye silah ambargosu kararı
uygulanmaya başlandı. Ambargonun gerekçesi, Türkiye'nin Temmuz-Ağustos 1974'te
Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunmasıydı.
1976
- Amerikan uçak firması Lockheed, Türkiye'de rüşvet verdiklerini açıkladı.
1988
- Yunan uyrukluların Türkiye'de bulunan gayrimenkulleri üzerindeki haklarını
donduran 1964 tarihli kararname kaldırıldı.
1993
- ANAP İstanbul milletvekili Adnan Kahveci, eşi ve kızı, Bolu-Gerede
yakınlarında geçirdikleri trafik kazasında öldüler; Kahveci'nin oğlu, kazadan yaralı
kurtuldu.
1994
- Bosna Savaşı sırasında Markale Pazar yerinde bomba patladı; 68 kişi öldü, 144
kişi yaralandı.
2006
- Tarihçi ve yazar Cemal Kutay vefat etti.
2020
- 2193 sefer sayılı uçuş: İzmir-İstanbul seferini yapan Pegasus Hava Yolları
uçağı, Sabiha Gökçen Havalimanı'na inişi sırasında pistten çıkarak parçalandı.
Kazada 3 kişi öldü, 179 kişi yaralandı.
Yorumlar
Yorum Gönder